7 Mayıs 2012 Pazartesi

KÜÇÜK MUTLULUKLAR

Küçük mutluluklar ya da yurt dışında yaşama rehberi de diyebiliriz bu yazının içeriği olarak! Öncelikle Mor ve Ötesinin -Daha Mutlu Olamam şarkısından alıntı yapalım; “küçük şeyler sevindirir ruhumu, hayal bile edemezdim ben bunu…” Siz de benim gibi hayal bile edemeyeceğiniz bir yerindeyseniz bu yalnız gezegenin, küçük mutlulukların değerini biliyorsunuzdur; sokakta yürürken duyguğunuz bir kokunun size hatırlattıklarının değerini, greek style yoğurdun değerini, 1 fincan türk kahvesinin 40 yıllık hatrını… Evden, sevdiklerinizden, muhabbetten bu kadar uzakta olunca insan küçük mutluluklara kurban oluyor, bu yazıda hayatımızı yaşanmaya değer kılan şeylerden ve yurt dışında hayatta kalmak için kendimize nasıl küçük mutluluklar yaratabiliriz’den bahsedicem.

Öncelikle; ait olmanın dayanılmaz hafifliğinden bahsetmek gerek. Eğer doğmadığınız, büyümediğiniz bir yerde yaşıyorsanız bir yabancısınız, oraya ait değilsiniz ve bu zaman zaman kendinizi oradan kopuk hissetmenize, dışlanmışlık hissine yol açabilir. İşte bu yüzden kendinize küçük aidiyetler geliştirmelisiniz; kahvesini en çok sevdiğiniz kafeyi bulmalı, en sevdiğiniz restoranı keşfetmeli, gece çıktığınızda nereye kiminle gideceğinizi, ne içeceğinizi bilmelisiniz, hangi festivalde kim çıkar, hangisi ucuzdur, hangisi popülerdir… Ben İstanbul’da kendi evimden çıkıp Sidney’de küçücük bir yurt odasına taşındığım için işe önce odamdan başladım; rafları doldurdum, 2. el kitapçıdan kitaplar aldım, duvarlara posterler astım… Hatta banyoya astığım 3 küçük vakum şeysinin hayatımı ne kadar kolaylaştırdığını anlatamam! Hayatın küçük detayları insanı ne kadar mutlu edebilirmiş değil mi?! : )

   

Evet tabiki yukarıda sıraladığım şeyler zaman alıyor; bunları oturtmak için, kendinizi koca bir şehri geçtim – küçücük bir kafeye dahi ait hissetmek için orada yeterince zaman geçirmek gerek. Peki bu zaman nasıl geçicek? İşte bu evreye, eski alışkanlıklar kolay ölmez evresi deniyor… Kısacası sudan çıkmış balıklara su serpmek, eski hayatımızın ufak alışkanlıklarını sürdürmek, bunlardan küçük mutluluklar bulmak demek. Türkiye’den tek getirdiğim şey bir cezve, iki fincan ve 3 paket Mehmet Efendi türk kahvesi oldu, ne kadar iyi etmişim ama keşke rakı da getirseymişim! Ah, yurt dışı tecrübesinin insana öğrettiği önemli şeylerden biri; neyi ne kadar sevdiğinizi anlıyorsunuz ve aslında neleri (ya da kimleri) hayatınızdan ne kadar çabuk çıkarabileceğinizi. Türkiye’deyken ayda alemde bir rakı içerdim, şimdi burnuma kokusu geliyor, balık, sarımsak ve kavunla karışık!


E kahve getirdik ya, fal da bakıyoruz tabi!

 Neyse rakıyı geçelim, ne diyorduk, evet eski alışkanlıkları sürdürmeye çalışmak… Burada herkes garip garip çin yemekleri yiyor, tamam yeni şeyler deneyelim ama bir yerden sonra (ya da birkaç kere mideyi bozduktan sonra) insan alıştığı bildiği yemeği istiyor. Ispanak yemeğini annem yaptığında ne kadar hafife almışım; geçen gün Coles süper marketimden bir paket ıspanak aldım, pişirdim, üzerine greek stayla yoğurdumu döktüm, parmaklarımla birlikte mutlu mutlu yedim!

En büyük dertlerimden ikisi alışveriş ve kuaför! Burada malesef her ikisi de pahalı! Alışveriş işine şöyle bir çözüm getirdim; window shopping! Gidiyorum alışveriş yaparcasına bakınıyorum, eğer canım çok birşey almak isterse oje, vs gibi ucuz makyaj malzemeleri ya da okul için lazım olabilecek kalem, defter tarzı çok pahalı olmayan ya da mutlaka kullanacağım şeyler alıyorum. Aaa, bir de burada çok güzel bit pazarları kuruluyor, haftasonları mutlaka bir göz atmaya çalışıyorum… Kuaför konusuna gelecek olursak; yurtdışına çıkmadan saçınızı düzgün uzamasına el verecek bir modelde kestirin, boyuyorsanız evde bir-iki defa kendiniz boyayın, kendi işinizi kendiniz görmeyi öğrenin! Meçtir, balyajdır bunları unutun, hele Sidney’de 100 dolardan başlıyor, orjinal saç renginize dönmenizi öneririm!

E ama yeni şehir yeni hayat demiştik, sıkıcı hayatlarımızı tazelemek için bu yolları tepmiştik” dediğinizi duyuyorum. Herşey zamanla canlarım, birden derin sulara atlamak olmaz… Kendinize bu yeni yerde bir güvenli alan oluşturdukduysanız size yeni alışkanlıklar edinme sanatından bahsedebilirim. Evet bu bir sanat, vakit alıyor, belirli bir tarz edinmek gerek ve çok emek dökmek gerek… Yeni alışkanlıklar demek daha önce yemediğiniz yemekleri yemek/sevmek, yeni yerler keşfetmek demek olduğu kadar yeni insanlar tanımak, yeni deneyimler edinmek demek! Bu yeni insanlara kendinizi anlatmanız, onları anlamanız, kafanızın uyduklarını ayıklamanız, kısacası kendinize baştan sosyal çevre edinmeniz demek… Bu yorucu olduğu kadar inanılmaz eğlenceli bir süreç! Şu anda yaşadığım yerde panoda asılı bir dünya haritası var; herkes doğduğu yere bir toplu iğne saplıyor; dünyanın her yerinden, değişik kültürlerden insanlar var!




Bu da Emily, dairemi paylaştığım arkadaşlardan; peanut butter cookie yapıyor ben bu yazıyı yazarken...

Ah bir de tabi medeniyetin getirdikleri var. Türkiye’de de olmasını istediğimiz ama olmayan şeyler bunlar, insanların sokakta size çarpınca özür dilemesi gibi, mini etek giydiğinizde kimsenin laf atmaması gibi, hocaların derslere hazırlanarak gelmesi, öğrenciyi ezmemesi gibi, maaşların aylık değil haftalık ve saat başına ödenmesi gibi… Bunların değerini bilmek çok önemli! Ben mesela bu aralar sokakta yürümenin (özellikle topuklu ayakkabı ile) kolaylığına şaşıyorum. Kaldırımlar zaten yüksek değil, inip çıkarken hendek atlamaya gerek yok fakat adamlar onun için bile mini rampalar yapmışlar! Düşüncelerinin, emeklerinin değerini, kıymetini bilmek gerek… Sanatınıza sağlık canım..



Önemli olan bu yolculuğun hayatınızı ne kadar zenginleştireceği, yol zaman zaman zorlaşsa da; hayatınızdaki küçük mutlulukların değerini bilin! Sidney’den sizi küçük öpücüklere boğarım…
Zeps-

ps. Bu yazı aslen "not that lonely planet" için hazırlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder