Küçük mutluluklar ya da yurt dışında yaşama rehberi de diyebiliriz bu yazının içeriği olarak! Öncelikle Mor ve Ötesinin -Daha Mutlu Olamam şarkısından alıntı yapalım; “küçük şeyler sevindirir ruhumu, hayal bile edemezdim ben bunu…”
Siz de benim gibi hayal bile edemeyeceğiniz bir yerindeyseniz bu yalnız
gezegenin, küçük mutlulukların değerini biliyorsunuzdur; sokakta
yürürken duyguğunuz bir kokunun size hatırlattıklarının değerini, greek
style yoğurdun değerini, 1 fincan türk kahvesinin 40 yıllık hatrını…
Evden, sevdiklerinizden, muhabbetten bu kadar uzakta olunca insan küçük
mutluluklara kurban oluyor, bu yazıda hayatımızı yaşanmaya değer kılan
şeylerden ve yurt dışında hayatta kalmak için kendimize nasıl küçük
mutluluklar yaratabiliriz’den bahsedicem.
Öncelikle; ait olmanın dayanılmaz hafifliğinden
bahsetmek gerek. Eğer doğmadığınız, büyümediğiniz bir yerde yaşıyorsanız
bir yabancısınız, oraya ait değilsiniz ve bu zaman zaman kendinizi
oradan kopuk hissetmenize, dışlanmışlık hissine yol açabilir. İşte bu
yüzden kendinize küçük aidiyetler geliştirmelisiniz; kahvesini en çok
sevdiğiniz kafeyi bulmalı, en sevdiğiniz restoranı keşfetmeli, gece
çıktığınızda nereye kiminle gideceğinizi, ne içeceğinizi bilmelisiniz,
hangi festivalde kim çıkar, hangisi ucuzdur, hangisi popülerdir… Ben
İstanbul’da kendi evimden çıkıp Sidney’de küçücük bir yurt odasına
taşındığım için işe önce odamdan başladım; rafları doldurdum, 2. el
kitapçıdan kitaplar aldım, duvarlara posterler astım… Hatta banyoya
astığım 3 küçük vakum şeysinin hayatımı ne kadar kolaylaştırdığını
anlatamam! Hayatın küçük detayları insanı ne kadar mutlu edebilirmiş
değil mi?! : )
Evet tabiki yukarıda sıraladığım şeyler zaman alıyor; bunları
oturtmak için, kendinizi koca bir şehri geçtim – küçücük bir kafeye dahi
ait hissetmek için orada yeterince zaman geçirmek gerek. Peki bu zaman
nasıl geçicek? İşte bu evreye, eski alışkanlıklar kolay ölmez
evresi deniyor… Kısacası sudan çıkmış balıklara su serpmek, eski
hayatımızın ufak alışkanlıklarını sürdürmek, bunlardan küçük mutluluklar
bulmak demek. Türkiye’den tek getirdiğim şey bir cezve, iki fincan ve 3 paket Mehmet Efendi türk kahvesi
oldu, ne kadar iyi etmişim ama keşke rakı da getirseymişim! Ah, yurt
dışı tecrübesinin insana öğrettiği önemli şeylerden biri; neyi ne kadar
sevdiğinizi anlıyorsunuz ve aslında neleri (ya da kimleri) hayatınızdan
ne kadar çabuk çıkarabileceğinizi. Türkiye’deyken ayda alemde bir rakı
içerdim, şimdi burnuma kokusu geliyor, balık, sarımsak ve kavunla
karışık!
Neyse rakıyı geçelim, ne diyorduk, evet eski alışkanlıkları
sürdürmeye çalışmak… Burada herkes garip garip çin yemekleri yiyor,
tamam yeni şeyler deneyelim ama bir yerden sonra (ya da birkaç kere
mideyi bozduktan sonra) insan alıştığı bildiği yemeği istiyor. Ispanak
yemeğini annem yaptığında ne kadar hafife almışım; geçen gün Coles süper
marketimden bir paket ıspanak aldım, pişirdim, üzerine greek stayla
yoğurdumu döktüm, parmaklarımla birlikte mutlu mutlu yedim!
En büyük dertlerimden ikisi alışveriş ve kuaför! Burada malesef her
ikisi de pahalı! Alışveriş işine şöyle bir çözüm getirdim; window
shopping! Gidiyorum alışveriş yaparcasına bakınıyorum, eğer canım çok
birşey almak isterse oje, vs gibi ucuz makyaj malzemeleri ya da okul
için lazım olabilecek kalem, defter tarzı çok pahalı olmayan ya da
mutlaka kullanacağım şeyler alıyorum. Aaa, bir de burada çok güzel bit
pazarları kuruluyor, haftasonları mutlaka bir göz atmaya çalışıyorum…
Kuaför konusuna gelecek olursak; yurtdışına çıkmadan saçınızı düzgün
uzamasına el verecek bir modelde kestirin, boyuyorsanız evde bir-iki
defa kendiniz boyayın, kendi işinizi kendiniz görmeyi öğrenin! Meçtir,
balyajdır bunları unutun, hele Sidney’de 100 dolardan başlıyor, orjinal
saç renginize dönmenizi öneririm!
“E ama yeni şehir yeni hayat demiştik, sıkıcı hayatlarımızı tazelemek için bu yolları tepmiştik”
dediğinizi duyuyorum. Herşey zamanla canlarım, birden derin sulara
atlamak olmaz… Kendinize bu yeni yerde bir güvenli alan
oluşturdukduysanız size yeni alışkanlıklar edinme sanatından
bahsedebilirim. Evet bu bir sanat, vakit alıyor, belirli bir tarz
edinmek gerek ve çok emek dökmek gerek… Yeni alışkanlıklar demek daha
önce yemediğiniz yemekleri yemek/sevmek, yeni yerler keşfetmek demek
olduğu kadar yeni insanlar tanımak, yeni deneyimler edinmek demek! Bu
yeni insanlara kendinizi anlatmanız, onları anlamanız, kafanızın
uyduklarını ayıklamanız, kısacası kendinize baştan sosyal çevre
edinmeniz demek… Bu yorucu olduğu kadar inanılmaz eğlenceli bir süreç!
Şu anda yaşadığım yerde panoda asılı bir dünya haritası var; herkes
doğduğu yere bir toplu iğne saplıyor; dünyanın her yerinden, değişik
kültürlerden insanlar var!
Ah bir de tabi medeniyetin getirdikleri var.
Türkiye’de de olmasını istediğimiz ama olmayan şeyler bunlar, insanların
sokakta size çarpınca özür dilemesi gibi, mini etek giydiğinizde
kimsenin laf atmaması gibi, hocaların derslere hazırlanarak gelmesi,
öğrenciyi ezmemesi gibi, maaşların aylık değil haftalık ve saat başına
ödenmesi gibi… Bunların değerini bilmek çok önemli! Ben mesela bu aralar
sokakta yürümenin (özellikle topuklu ayakkabı ile) kolaylığına
şaşıyorum. Kaldırımlar zaten yüksek değil, inip çıkarken hendek atlamaya
gerek yok fakat adamlar onun için bile mini rampalar yapmışlar!
Düşüncelerinin, emeklerinin değerini, kıymetini bilmek gerek… Sanatınıza
sağlık canım..
Önemli olan bu yolculuğun hayatınızı ne kadar zenginleştireceği, yol
zaman zaman zorlaşsa da; hayatınızdaki küçük mutlulukların değerini
bilin! Sidney’den sizi küçük öpücüklere boğarım…
Zeps-
ps. Bu yazı aslen "not that lonely planet" için hazırlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder